15 Nisan 2011 Cuma

Üşengeçlikten Hareketle

Dün akşam Yoga Rooms'taki Vinyasa dersimden sonra bir öğrencim bana çok ilginç gelen bir soru sordu: "Ders sırasında yaptıklarınıza hiç üşenmiyor musunuz?" dedi. Kastettiği şey, öğrencileri pozlara hazırlarken yaptığımız küçük hazırlıklardı, Viparita Karani için kalçasının altına battaniye katlayıp yerleştirmiştim. "Yani battaniyeyi bana uzatıp kalçanın altına yerleştiriver demiyorsunuz, özenle katlayıp, ölçüp yerleştiriyorsunuz" dedi. Bu yorumu çok hoşuma gitti ve üzerinde düşündürdü beni :)

Yoga derslerinde hocalar tıpkı birer arı gibi. Bazen ders öncesinde başlıyor çalışma. Sınıfın havalandırılması, ortalık derli toplu mu, temiz mi göz gezdirme. Mumların yakılması, belki müziğin ayarlanması. Hocalık eğitimim sırasında Mey'in (Elbi) derslerini asiste ediyordum. Ondan önce sınıfa gelerek bu hazırlıkları yapmaya bayılırdım. Bazen mumu yakmayı unuturdum veya daha ben mumu yakmadan Mey gelmiş olurdu ve o yakardı. O zaman sanki görevimi eksik yapmış hissederdim kendimi, bir dahaki sefere daha erken geleyim veya tüh nasıl da unuttum düşünceleriyle...Sonra ders başlar, yapılacak pozlara göre öğrencilerin proplarını almaları istenir veya verilir. Tüm pozlarda küçük ayarlamalar, belki battaniye, blok, yastık destekleri için koşuşturup durur hoca. Taa ki Savasana'da herkesin üzeri battaniyeyle örtülüp, göz yastıkları da yerleştirilene kadar. Tabii sınıf 30 kişiyse herkesin üzerini tek tek örtmek mümkün olamayabiliyor.

Asistanlık yaptığım ilk gün, benim için yepyeni bir ufuk açılmıştı. O güne kadar hep yoga yapandım. O gün ilk defa "diğerleri"ni görme imkanım olduğunda çok ama çok şaşırmış ve etkilenmiştim. Yoga yaparken kendinizle ilgilisiniz, arada "yandaki nasıl yapıyor acaba" diye kaçamak bakışlar olsa bile, görme şansı pek yok, yine kendinize dönüp devam ediyorsunuz. Sınıfın bir köşesinden tüm yoga yapanları izlemek ise bambaşka bir deneyim. Birbirinden dünyalar kadar farklı bedenler, farklı duruş kalıpları, farklı derinlikler, nefesler, asimetriler... Bunları bir anda karşımda görmek çok etkileyici ve heyecanlıydı. Ve Mey'in o öğrenciden bu öğrenciye koşuşturup yönlendirmeler yapmasını, kimine kemer, kimine battaniye desteğiyle pozları rahatlatmasını, -bu arada çalan müziği değiştirmeyi de ihmal etmeden :)- izledikçe çok keyif almıştım. Zaten beni de ilk günden itibaren bu heyecana dahil etti ve ben de öğrencilerle birebir ilgilenmeye başladım. Kısa zaman içinde heyecanını ve hevesini bana öyle bulaştırdı ki, ben de her dersimde aynı üşenmezlikle oradan oraya koşturur oldum. Diğer hocalarımda da aynı heves ve ışığı hep gördüm, "bugün canı bir şeye sıkılmış galiba" diye hissettiren hocam hiç olmadı.
 
Merak ettim acaba 20 yıllık bir hoca olduğumda da bugünkü gibi hiç üşenmeden yapacak mıyım bu ritüelleri. Yoksa kaytarmaya başlar mıyım "aman boşver yastığın üzerine oturmayıversin" mi derim. Bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki, o da öğretmekten büyük keyif aldığım. Özellikle yeni başlayanların yogayı ve yoga yoluyla kendilerini derinlemesine keşfetmeleri için bir imkan sunmak ve gelişimlerini gözlemlemek inanılmaz bir mutluluk veriyor. Defalarca aynı cümleleri tekrarlamak, aynı hazırlıkları yapmak hiç zor veya bıktırıcı gelmiyor. Aksine her ders, her öğrenci ayrı bir keyifle geliyor. 


Uzun sözün kısası, yoga farklı bir dünya... Hem öğrenen, hem öğreten için...


Farkındalık ve sevgiyle kalın
b.

Viparita Karani by B.A.D.

       

 

4 Nisan 2011 Pazartesi

Yoga Yapmayan Sevgili Arkadaşlarıma

Yuvamızda yine bir akşam üstü. Güneş batalı biraz oldu, İstanbul aydınlanmaya başladı yine geceye doğru. Salon camımızın bir tarafındaki koltukta ben, diğerinde kedicik, kararmakta olan şehri izliyoruz. Aslında Juliet manzaradan ziyade havada uçan kuşlarla daha ilgili, ya da arada uzaktan gelen bir miyav veya hav sesiyle. Bense zencefil çayımın son yudumunu da içtim, aklımda şekillenmeye başlayan yazımı yazmak üzere laptopı kucağıma aldım.

Bazen sağlıklı olmak üzerine düşünüyorum. Çevremdeki bir çok arkadaşım, sırt, boyun, bel ağrılarından şikayetçi, hatta bunlara ek olarak çok sık grip, soğukalgınlığı yaşamaktan. Strese bağlı bazı deri problemlerinden. Kronik yorgunluktan. Enerjisizlikten... Tüm bunlar özellikle kapalı ortamlarda uzun saatler ofis ortamında çalışanlarda çok görülen rahatsızlıklar. Olmayan yok, herkeste var.


Çocukluğum çok sağlıklı geçmedi. Sık sık anjin olurdum, boğazım önce kızarır, sonra beyaz iltihaba dönüşür, canım babamın yaptığı penisilin iğneleriyle ancak 5 günde normale dönerdim. Çok sık hastalandığım için terlemem yasaktı. Oyun oynarken fazlaca terlesem, tonton annem (şimdi tonton, o zamanlar "güzel bir kadın olan annem" idi) hemen eve çağırır, oyuna son vermemi isterdi. Ne yapsın kadıncağız o kadar bıkmıştı ki hastalığımdan, çocuk bakımı ile ilgili ansiklopediler devirmiş olmasına rağmen, aslında çocuk ne kadar koşar terlerse o kadar toksin atar diye düşünmüyordu sanırım. Ben de aksi gibi terledim mi hasta oluyordum bir çok teorinin tersine. Ergenlik çağına gelince anjin geçti. Ben de sağlıklı olmanın sporla özdeş olduğuna karar vererek, aerobik (80'lerde çok modaydı malum), bisiklet, yüzme, üniversite yıllarımda tenis, sonrasında fitness ve yoga ile hep hareketli kalmaya çalıştım. Masa başında çalıştığım iş hayatımın ilk yıllarında, boynum, sırtım ağrıyor diye sabah 5'de uyanır, elimdeki basit bir yoga kitabındaki hareketleri 1 saat boyunca yapar, duşumu alır, kahvaltımı eder, işe öyle giderdim. Yoga ve fitness dönüşümlü olarak hayatımda yer almaya devam ettiler, ta ki yolum tamamen yogaya çevrilinceye kadar.

Kısaca şunu söyleyebilirim ki, sağlıklı olmak için elimden geleni yaptım. Hareketten ve iyi beslenmeden uzak kaldığım, stres yoğun zamanlarda hep hastalıklarım arttı, bazen 15 günde 1 grip oldum, omurgamda problemler yaşadım. Yeniden toparlanmak için hep daha fazla çabaladım, ama kendimde gözlemlediğim en belirgin davranış tarzı, pes etmediğimdi.


Neyle uğraşırsam uğraşayım, bedenime iyi davranmak bana hep çok iyi geldi. Kendime hep eğer Tanrı'ya inanıyorsak, en önemli ibadetin öncelikle emanet aldığın bedene iyi bakmak demek olduğunu hatırlattım. Üstelik sağlıklı bir beden, kaliteli bir hayat demek. Yogada biz bunu "sağlıklı bir omurga, sağlıklı bir beden" diyerek, daha da detaylandırıyoruz.

Masa başı çalışma hayatıma son verdikten sonra, ilk 1 ay hastalıktan başımı kaldıramadım. Yıllar süren stresin bir dışa vurumuydu sanıyorum. Ama genel olarak yoga hayatıma yerleştikten sonra sağlığım hep daha iyiye gitti. Neler mi yapıyorum?

  •  Yoga yapıyorum :) 
  •  Doğru beslenmeye çalışıyorum - bedenime kötü hissettiren şeylerden uzak durmaya. Mesela etli, yağlı, yapay soslu, kimyasal katkılarla tatlandırılmış besinleri vücuduma aldığımda, ilerleyen saatlerde mide ve bağırsaklarımın ne kadar kötü hissettiğini fark ediyorum ve bu tür beslenmeden uzak duruyorum. Bol sebze, tahıl, doğal gıdalar, doğal içecekler almaya, bunlarla ilgili tarifleri uygulamaya çalışıyorum, şimdilik vejeteryen değilim ama et isteğim gittikçe azalıyor
  •  Sevdiğim işi yapıyorum - ki bu bir çoğumuz için çok zor, bu konuda kendini akışa teslim etmek ve yüreğinin sesini dinlemek güzel sonuç veriyor, sabır ve zaman yardımıyla
  •  Sevdiğim adamla evlendim - mutsuz bir evlilik, yıllarca biriken kızgınlıklar, hastalıklara yol açıyor
  •  Evcil hayvanımız var - inanılmaz bir "stres kovucu". Yüzümüzde sürekli bir gülümsemeyle dolanıyoruz evde karı-koca. Ve anladım ki ben çoook sabırlıymışım. Hiçbir yaramazlığı beni kızdırmıyor.

Niyetim burada bir reçete vermek değil. Sadece beni her gördüğünde ağrıdan, sızıdan şikayet eden ama bunları gidermek için hiç bir şey yapmayan, çok sevdiğim arkadaşlarıma seslenmek istiyorum. Tonton annem de bunlardan biri. Ama o artık 75 yaşında ve annemi koşu bandına çıkaramam. Oysa diğerleri, sizler daha gençsiniz. Bedeninize iyi gelecek sayısız seçenekler var, yoga, koşu, fitnessin binbir çeşidi, hoplamak zıplamak her ne olursa. Deneyin, bulun. 

Sağlıklı olmak sizin elinizde. İçinizdeki sesi dinleyin ve gözlemleyin: sağlıklı olmak için bir şeyler yapmak istiyor musunuz? Belki de gerçekten sağlıklı olmak istemiyorsunuzdur. Ve bu da sizin seçiminiz, kaderiniz belki. Bunu da yargılamadan, kendinizi suçlamadan kabul edin. Çünkü doğru ya da yanlış diye bir şey yok -  koşullandırılmalarımızın aksine. Kabullenmek ya da mücadele etmek. İkisi de yanlış değil, doğru da değil. Neyseniz onu yaşayacaksınız.

Sadece kendinizi gözlemlemeye ve tanımaya başlayın.  Ve olduğunuz gibi kabul etmeye. Herşeyinizle.

Tek reçetem bu :) Daha derini başka yazılara.

Farkındalık ve sevgiyle kalın
b.

Juliet - Percereden bakarken   by B.A.D.