3 Ekim 2015 Cumartesi

Bugün Üzgünüm

Bugün, 3 aydır mama ve su verdiğim, bana göre dünya tatlısı 4 yavru sokak köpeciğinden bir tanesinin öldüğünü öğrendim. Aslında cesedini dün gördüm ama hem uzaktaydı, emin olamadım, hem de 'o değil, ona benzeyen başka bir köpek var, o' dediler. Her ne kadar o köpeciğe de üzülsem de, oh dedim, benimkilerden biri değil şükürler olsun. Ama onlardan biriymiş, çünkü az evvel ona benzeyen diğer köpek yanıma geldi ve benimkiler 3 kalmışlar :(((

2 aylık kadardılar, anneleri ortadan kayboldu, belediye kısırlaştırmaya götürdü dediler. Çocuklar tahtalardan ev yaptılar bunlara, her gün yemek veriyorlardı, mıncıklıyorlardı, ben uzaktan izliyordum. Bir kere yanlarına gidip nasıl köpek sevileceğini anlattım, canlarını yakmamaları için nasıl tutacaklarını gösterdim. Derken okullar tatil oldu ve ortada tek bir çocuk kalmadı, köpecikler de görünmez oldular. Aradan 2-3 hafta geçti, bir tanesini çöpün yanında, bir deri bir kemik gördüğümde, alarm zilleri çaldı bende. Hemen mamalar hazırladım, saklandıkları yeri buldum ve her gün düzenli mama vermeye başladım. 15'er kiloluk kuru mamalar hayatımı çok kolaylaştırdı. Yemek artıkları ve ekmekle yaptığım paparalara yavru kuru maması katıp verince kısa sürede semirdiler, güzelleştiler, neşeyle zıplamaya başladılar.

İnsanlardan çok korkuyorlar, içlerinde sadece 1 tanesi sokulgan, onu okşayabiliyorum. Diğerleri ise ürkek ve uzaklar. Hele bir tanesi 3 aydır beni her gün görüyor ama ben yaklaşırken önce uzaklara kaçıyor, sonra diğerleri yemek yerken biraz yaklaşıyor, onun yemeğini diğerleri yemesin diye elimde tabakla peşinden koşuyorum, tabağı bırakıp diğerleri fark etmeden geri koşuyorumki, yiyebilsin. Hala en zayıfları o ama yine de epey beslendi. 

En büyüklerine geçenlerde araba çarpmış, çok şükür kırık yok gibi. İncinmiş ayağının üzerine basamıyor ama kendi kendine iyileşecek. 

Ölen ise, içlerinde en irisi, en güzeliydi. Tüyleri beyaz, bal rengi gözleri vardı. Çoban köpeğine benziyordu. Son zamanlarda, yemeğini yedikten sonra bana sitenin kapısına kadar eşlik ediyordu. Ben yürürken yanımda hoplaya zıplaya yürüyor, belki kendini sevdirir diye yavaşladığımda o da hemen yavaşlayıp mesafeyi koruyor, 'gel bir seveyim' dediğimde de gülümseyip (köpek severler köpeklerin gülümsemesini iyi bilir), kuyruğunu sallamaya devam ediyordu. Tekrar yürümeye başladığımda yine hop hop yanımda koşuyordu. Bazen de yemek verirken çok yaklaştığında, çaktırmadan elimi gövdesine sürerdim, o da fark eder ama kaçmazdı. Göz göze bakışır, sevgimizi öyle anlatırdık.

İşte bu yavrucuk, bilemediğim bir sebepten artık yaşamıyor (belki zehirlediler veya zararlı bir ot yedi, veya apartman görevlimizin iddiasına göre birisi vurdu - kendisi hayvanları çok seviyor, olayları biraz dramatize edebiliyor, ya da ben öyle olduğunu düşünmek istiyorum - ).  Dün cesedine bakarken de o olduğunu anlamıştım ve darmadağın olmuştum ama olmadığı söylendiğinde inanmak işime gelmişti. Bugünse artık o olduğuna dair şüphe yok. Küçük dostum artık buralarda olmayacak.

Yoga bana hayata tarafsız bir gözle bakmayı öğretiyor (öğretti diyemem çünkü öğrendiklerimizi hep unutuyor, tekrar tekrar hatırlamak zorunda kalıyoruz). Evrende olan herşeyin tam da olması gerektiği gibi olduğu (ne eksik ne fazla, ne yanlış ne doğru) görüşünü benimsetiyor. 

Ancak, şunu da biliyorum ki, bir acı yaşadığımızda ve üzüntü duyduğumuzda, bu üzüntüyü itelemek, ertelemek, yok saymak bizlere ruhsal açıdan hiç iyi gelmiyor. Yaşayamadığımız her üzüntü, ya içimizde bir yerlerde sinsice saklanarak yüzeye çıkacağı günü bekliyor, tabii biz bu arada 'içerde bir şeyler yanlış gidiyor ama ne' sorusuna cevaplar bulmaya çalışıyoruz; ya da o üzüntü, öfke olarak yüzeye taşınıyor.  

Babam öldüğünde ağlamadım. Devam eden günlerde de ağlamadım. İyi yönlerini düşünmeye çalıştım, acı çekmedi dedim, birlikte doya doya çok güzel zamanlar geçirdik dedim. Dedim dedim dedim. Sonra rüyalarımda onu görmeye başladım, ölmediğini, aslında yaşadığını, çıkıp geldiğini. Sürekli aynı rüyayı gördüm aylarca. Her rüyadan ağlayarak uyandım. Sonra rüyalarda ağlamayı bırakıp gerçek hayatta ağlamaya başladım. O kadar zordu ki benim için ağlamak. Hiç ağlanmayan bir aileden geliyorum ben. Babacığım bana çocukken 'ölen kedi köpekler için sakın ağlama, Allah'ın gücüne gider' derdi. Ben de Allah küsmesin diye ağlamazdım. Hayvan sevgisiyle paramparça olacağımı gören babacığımın beni koruma çabasıydı bu aslında. Keza, herhangi bir kaybımız olduğunda da kimse ağlamazdı. Ama bu yöntem, babamı kaybettiğimde işlemedi. Babamın içimdeki derin acısı ve özlemini, onun için uzun uzun ağlayarak, kendimi suçladığım zamanlarla yüzleşerek aştım.

Bugün üzgünüm Babacığım. Senin tembihlediğin gibi yapmayacağım. Küçük dostumun kaybının üzüntüsünü engelemeden yaşayıp gözyaşı dökeceğim. Bu satırları yazarken yaptığım gibi. Gözyaşlarım dindiğinde ise, yaşanan herşeyin, doğal döngüsü içinde olması gerektiği gibi yaşandığını, hepimizin aynı bütünün parçası olduğumuzu ve özden gelip öze döndüğümüzü kendime hatırlatacağım.

Huzur içinde yat küçük dostum. Sadece 6 ay yaşayıp gitmiş öylesine bir köpekçik değildin sen, benim dünyamı aydınlatan bir ışıktın. Teşekkür ederim o anlamlı güzel bakışların için.

Not: Ben bu satırları yazarken Olgun aradı, tabii telefonda da ağladım. Uzaklarda perişan oldu ben üzüldüm diye. Ama iyi geldi birbirimizin sesini duymak. Konuştuk uzun uzun. Acı paylaştıkça azalıyor. İçine atarak değil. 

Farkındalık ve sevgiyle
b.


26 Temmuz 2015 Pazar

Yeniden

Uzun zamandır, hatırlayamadığım kadar uzun zaman oldu gibi geliyor, bu kadar iyi ve canlı uyanmamıştım. Kullandığım magnezyum ve D vitaminlerinin etkileri görülmeye başladı galiba. Ağrım olmadan, uflayıp puflamadan, sızlanmadan, söylenmeden kalktım yataktan. Öyle güzel uyumuşum ki, Juliet bile -her zaman yaptığının aksine- sabahın köründe beni dürtmemiş, saat 8'e kadar uyumuşum mışıl mışıl. Hava sıcak ama ev serin, tatlı tatlı esiyor rüzgar pencere ve balkonlardan. Olgun'un Kapadokya maratonundan gönderdiği fotoğraflara baktım, orada da gökyüzü masmavi. Uzun bir aradan sonra ilk defa yine dağlarda olmak istedi canım :))

Yine uzuuun, upuzun bir aradan sonra yeniden yazmaya başlıyorum galiba. Bakalım nerelere gidecek, nelere dokunacak. 


Ocak 2012 bundan önceki son yazımın tarihi. Ondan sonra bir şeyler kopmuş, içime kapanmışım, kendimi ifade etmekten kaçınır olmuşum. Yoğun iş temposuyla boğulmam ve değil yoga yapmak; başımı kaşımaya bile vakit bulamamakla eş zamana denk geliyor bu kaçış. Bütün suç İŞ'te tabii, BEN masum :)


Arada geçen zamanın özetine bakarsak;


İstanbul'un sabah 06.00 kalkış/işe hazırlık - trafik - iş - trafik - akşam 20.00 işten eve dönüş temposunda bir yaşam. Düzenli egzersiz yapamamaktan kaynaklanan, fıtık kaynaklı tüm ağrı-sızı-şikayetlerin geri dönüşü. Onlar arttıkça iyice çaresiz hissedip moral kaydederek daha da kötüleşme, günü kurtaran düzensiz, plansız yoga-egzersiz-spor karışımlarıyla derman arama. Hiçbir şeye yetişememe, yetersizlik, bezginlik. Bir türlü aşılamayan ve artan yorgunluk, bitkinlik, tükenme... Ve sonunda Ocak 2015'de tiroid kanser ameliyatı sayesinde dinlenme fırsatı :)) Bir insan ameliyat olduğuna bu kadar mı sevinir :)) 'Sonunda hiç bir şey yapmadan sadece yatacağım' diye öyle mutlu girdim ki ameliyata :) Doktorlar moralimin neden bu kadar iyi olduğunu anlayamadılar :) Gerçekten kendimi çok ama çok yorgun hissediyordum. Elimi kaldıracak enerjim kalmamıştı adeta. Tabii bunun, uzun zamandır tiroidin sağlıklı çalışmasını engellemekte olan nodülden de kaynaklandığını öğrenmek, en azından sıkıntılarımın sebebinin belli bir fizyolojik nedene dayanmasının verdiği rahatlık da var. Ameliyat sonrası hastane odasında ne TV, ne kitap, ne ipad, hiçbir şeye bakmadan geçirdiğim sessiz ama keyifli saatler. Özetle; çok başarılı geçen bir ameliyat (doktorlarım Mete Düren ve Halil Azizlerli sağ olsunlar :), ardından eşsiz rahatlıkta bir nekahat dönemi (Olgun'um, annesi, becerikli görümcelerim, kayınçom, Yeşim'im, Hülya'm, Aslı'm sayesinde, ne kadar teşekkür etsem azdır)... Devamında yeniden işe dönüş, ama iş dünyasının o yapay stresine değil de, daha daha dinlenmeye olan ihtiyacımı fark edip istifa ediş... Ve yeniden kocaman bir OHHH! 

Günün Amacı: 


Hayatımdaki tüm fiziksel rahatsızlıkların stresten, sıkıntıdan, huzursuzluktan kaynaklandığını defalarca görüp yaşamış bir insan olarak, onlardan kaçarak bir yere varılmadığını da bilerek, aslında şu anda ülke olarak/hatta tüm dünyaca içinde bulunduğumuz durumda, stresten kaçmamın mümkün olmadığının da bilincinde olarak; biraz kendime dönmek, kendimi dinlemek, kendime ve dünyaya dışarıdan bakabilmek. Yaralarını yalayarak iyileştirmeye çalışan bir köpekçik gibi şifa bulmak. Bu amaç esnasındaki yolculuğumu başkalarıyla paylaşarak, belki bakış açıma dikkat çekmek, başkalarının farklı bakış açıları ve önerileriyle aydınlanmak, belki biraz farkındalık kıpırtısı yaratmak kendimde ve diğer gönüllerde, bu blog sayesinde. Yeniden. 


Ocağa yemek koyup geliyorum :) Açsa mideler, çalışmaz beyinler :)


Internetin en güzel kazançlarından biri: Benim gibi tarife bakmadan yemek yapamayan tipler için sınırsız bir kaynak oluşu :)) 


Blogumu ilk defa okuyanlar için, belki eski yazılarıma bir göz gezdirmek keyifli olabilir. Ben bugün onları yeniden okurken, o zamanki enerjimi, gücümü yeniden hissettim. Kendi gücümle güçlenmeye başladığımı hissettim. Umarım sizlere de iyi gelir.


Farkındalık ve sevgiyle kalın,


b.


Not: Bilenler bilir, Juliet'siz blog yazısı olmaz :)



'Patiler Karman Çorman' başlıklı çalışma :) - by B.A.D.